9 Mart 2014 Pazar

Ülkemi Neden Sevmiyorum

Aslında bir hoşgeldin yazısı yazmıştım ama hoşuma gitmedi ve silmek zorunda kaldım,sonra da kafamda bu kadar fikir varken hoşgeldin yazısıyla uğraşmak istemediğime karar verdim :P 

Bu yazı agresif ve hatta küfürlü olduğu için bazı insanları sinirlendirebilir,sinirlenen yorum yazmakta serbest ama hakarete varan hiç bir yorum burada sonsuza kadar kalmayacak ^.^ Her neyse,başlayalım!

Ülkemi sevmiyorum çünkü insanımız...
Cahil. En okumuşumuz bile cahil. Ve bunu bir türlü kabul etmiyoruz.Herkes fikri olmadığı konularda çok rahat konuşabiliyor.Mesela İstanbul'u hiç görmediği halde ''3.Köprü yapılsın!'' diyenler,gittiği en doğudaki yer Antalya olup da ''Kürtlere ölüm!'' diye bağıranlar(kendi şehrinde kültür şoku yaşayan insanları görüp de söylüyorlar bunu),ortaokul mezunu olup üniversite adayı gençlere meslek tavsiyesi vermeye çalışanlar...

Burada bir durup soluklanmam lazım.Çünkü bu sene üniversite sınavlarına hazırlanıyorum,ve o kadar doluyum ki bu tarz insanlar konusunda.Zaten aslında bu tarz insanlar cahil oldukları için böyle değiller,genç insanların heveslerini baltalamaktan zevk alıyorlar.Hepsi birer Baltalı İlah.

Zaten herkesin hakkında herşeyi bilmeye meraklı bir ülke olduğumuz için,sizi hayatında ilk defa görmüş bir insan bile iki soru sonra üniversite sınavlarına hazırlandığınızı anlayacaktır,ve çevresindeki gençlerden hareketle yaşıtınız yapsa dayaksız bırakmayacağınız bir genellemeye imza atacaktır.Buyurun örnek,bir sene önce;

- Demek seneye üniversite sınavına gireceksin,öyle mi?
N: Evet ^.^
- Hmm güzel,ne istiyorsun?
N: Tercümanlık.
- Biliyorsun (bilmiyorum,o kızı ve ailesini sadece düğünlerde görüyorum) ,bizim x amcanın kızı,benim yeğenim Seda (öylesine bir kadın ismi) da Bilkent'i kazandı,%50 burslu...Ne zaman görsem çok zorlandığını söylüyor,kolay değil öyle tercüman olmak.
N: Siz ne işle uğraşıyorsunuz?
- Emekli öğretmenim,doğuda 30 yıl görev yaptım. (Tercümanlık için engin bir bilgi kaynağı.) Yani bir kere İngilizce'nin iyi olması şart.
N: İngilizcem konusunda bir sorunum yok,gayet rahat konuşuyorum...
- Dil de yetmiyor ki...Araştırma,çaba lazım.
N: Araştırmayı çok severim,çok kitap okurum...
- Meslek olarak yapabilir misin,bak Türkiye'de iyi tercümanlar sayılıdır(ve ölümsüzler de sanırım.)...

Bir saat boyunca bu adam kafamı ütüledi,en son alttan almak zorunda kaldım çünkü neredeyse ağlayacaktım.O adam farkında bile değil ama ''Seda''yla benim İngilizce seviyemiz aynı ve ''Seda'' bir sürü İngilizce kursuna giderken ben aynı seviyeye sadece bir sene İngilizce kursuna giderek geldim(yanlış anlamayın,6 yaşımda kendi kendime öğrenmeye başladım ve hep çaba sarfettim,ilkokul 4.sınıfta da İngilizce eğitimim başladı.zaten). Çok sonra emekli bir profesörle de tanışma fırsatım oldu,çok daha olumlu yaklaştığını ve gerçekçi olsa da beni desteklediğini söyleyebilirim.Ama genellikle okumuşumuz da cahil olur bizim,bir alanda tecrübemizin olması o alanla alakasız başka bir alan hakkında atıp tutmamız için yeterlidir.Hemşirelik mezunu ancak tabii ki de mesleğiyle alakasız bir iş yapan akrabam sırf bana antidepresan kullandırıyor diye en az 10 senelik bir üniversite öğrenciliği hayatı olmuş,genç ve bilgileri taze olan psikiyatristimi yerden yere vurmuştu.Sebebi de psikiyatristimin bende bir sorun olmadığını,sadece her ergen gibi karışık bir dönem yaşadığımı söylemesiydi.Sonraki randevumuzda psikiyatrıma bunu söyledim ve harika bir cevap aldım; ''Çok biliyorsa kendisi doktor olsun.''.Seviyesiz gelebilir ama gerçekten,hayatında otistik görmemiş bir insanın bilgisayar bağımlısı bir ergene ''Sen otistik misin?'' demesi nedir? Google'a ''otizm'' yazsanız karşınıza hastalığın bütün semptomlarının gelecek olması bir yana,bir insan 17 yaşında otistik olduğuna karar veremez,düzenli doktor kontrolüne giden bir çocukta ''bir terslik olduğu'' en geç dört yaşında anlaşılır.Dedim ya,fikir sahibi olmadan zikir sahibi olmak,sanırım ata sporumuz bu.

Ülkemi sevmiyorum çünkü devlet...
Kokuşmuş.Ülkenin temeli olarak kabul edilmesi gereken eğitim sistemi,çökmek üzere.Birbiri ardına değişen yasalar,çok afedersiniz b*kun üzerine sifon çekmek gibi,okulu yok sayıp 1,hatta 1,5 sene boyunca sosyal hayatı yok sayıp dersanelere koşmayı gerektiren bir sistemin sınavının,iki veya tek aşamalı olmasının önemi olduğunu düşünmüyorum.

En baştan başlayalım,ilkokula gitme yaşı 5,ama ilkokullar beş yaşındaki çocuklara uygun değil.Devlet okulunda okudum ve tuvaletler o kadar pisti ki,salgın hastalıksız okulu nasıl bitirdiğimize inanamıyorum.(Ben mezun olduktan sonra,YANİ SEKİZ SENE SONRA okul tuvaletini yenilediler.).Devlet okullarında hala tuvaletler alaturka mıdır bilmiyorum,öyleyse durum vahim çünkü ben bir kaç akrabamın evinde alaturka tuvalet görmüştüm önceden ama şimdi devlet okuluna giden bir çocuk alaturka tuvaleti ilk kez okulda görebilir.Hadi küçük detayları bırakalım,geçen sene 5 ve 7 yaşındaki çocuklar aynı sınıflardaydı.Akrabamın çocukları gülerek sınıflarındaki küçük bir çocuğun sınıfta altına kaçırdığını anlattılar.Tabii ki art niyetli değillerdi ama okul çocuklarının farklıya karşı yaklaşımı acımasızdır,o çocuğun halini düşünebiliyor musunuz? Okulu değil,akran zorbalığını 5 yaşa indirdiniz.

Bu birey bir şekilde liseye geçecek ama nasıl? Genç nüfüs fazla,sınav yapmak lazım! Nasıl sınavlar mı? Başarılı olmak için tek yapmanız gerekenin,14 yaşında olsanız bile oturup test çözmek olduğu sınavlar! Sonunda 16 yaşında kendi kendine Kiril alfabesini öğrenen bir çocukla öğrenmekten nefret eden,zorla okula gelmiş bir çocuğun aynı sınıfta olacağı sınavlar! Değişen sadece isim,sonuç hep aynı.Kendimden örnek vereyim,düz lisede okuyorum,aldığım eğitim çok yetersiz olmasına rağmen İngilizce yazabiliyor,konuşabiliyor ve roman okuyabiliyorum.Tek örnek de değilim,eski okulumdaki (yaşadığım şehirden ayrılmak zorunda kaldım,o da ayrı bir yazının konusu.) bir arkadaşım orjinal Shakespeare okuyabiliyordu.Ha sınıfımızda ''twelve'' kelimesini doğru telaffuz edemeyen insanlar da vardı,ama duyduğu şarkı sözünü çevirebilen insanlar da vardı.Bir Anadolu lisesinde de durum genellikle aynıdır(Köklü Anadolu liselerini ayrı tutuyorum.).

Üniversiteye giriş sistemleri ise başlı başına bir komedi,4 sene önceki bilgilerle sınav yapmak ne demek? Seneye kaldırılacağı söylenen iki aşamalı sistemin ilk aşaması Yükseköğretime Giriş Sınavı(YGS),işte böyle bir sınav.Üniversiteye girmek için gereken puanın %40ı buradan geliyor ve sınav baştan adaletsiz çünkü lise ikinci sınıfta alan seçmeniz gerekiyor (kalktı deniyor ama sadece ismi kalktı.).Meslek liselerinde mesleki eğitim alanınızı,düz liselerde ve Anadolu liselerinde ise hangi dersleri ağırlıklı olarak göreceğinizi seçiyorsunuz.Genellikle dört alan oluyor:
Sayısal(Matematik ve fen dersleri ağırlıklı)
Sözel(Türkçe ve sosyal dersler ağırlıklı)
Bu ikisinin ortası olarak Türkçe-Matematik
Yabancı Dil (İngilizce,Türkçe ve sosyal dersler,ağırlık İngilizce'nin.)
Bir yabancı dil öğrencisi olarak iki senedir okulda matematik görmüyorum,zaten fen derslerini hiç görmeyeceğim bundan sonra.Peki YGS'yi geçip alanımın sınavı olan LYS-5'e ulaşmam için ne yapmam lazım?
En geç 12.sınıfa başlayacağım yaz dersanelerin kapısını aşındırmalıyım.Dersaneler bu sistem için olmazsa olmaz çünkü çoğu öğrenci doğal olarak akılları dışarıda(!) olduğundan disiplin sağlamakta zorlanır ama dersaneler bu disiplini verir.Derse gelmediğiniz gün aileniz aranır,öğretmenleriniz velilerinize düşüşünüzü de çıkışınızı da söyler.
Dersaneler okulların olmak istediği ama olamadığı bir yapıdır.
Okulda bulamadığınız çoğu şeyi(hijyen,ilgi,iyi ve genç öğretmen kadrosu...) dersanelerde bulabilirsiniz,zaten M.E.B de bu durumun farkındaymışçasına 12.sınıf derslerini üniversite sınavı müfredatıyla alakasız yapar.

Eğitim sisteminden ne de çok sözetmişim yahu,yaram varmış demek ki :) Bir de zengin veya ülkenin başındakilerle kan bağı(ya da sosyal bağı,mesela polisler) olan bir insanın sizi ezip,katledip,yaralayıp,tecavüz edip bundan alının akıyla çıktığı adalet sistemimizden çok da bahsetmek istemiyorum.Bir haber bültenini sonuna kadar,dikkatlice kaç kişi izleyebiliyor ki zaten?

Sağlık sistemi,belki de bunların içinde en başarılısı.Kabul edelim,çoğu Avrupalı'nın evde çözmeye çalıştığı hastalıklar için doktora gidebilme şansımız var.Ama devlet hastaneleri hala kalabalık ve yetersiz,çoğu zaman içler acısı.Günde bin hastaya bakmaktan beyni pelteye dönmüş doktorlar ve cin olmadan adam çarpan,suratsız,evine gidip güzel hayatları izlemeye can atan memurlar.Üniversite hastaneleri olmasa devlet hastanelerinde adam akıllı psikiyatri ve ortodonti servisi alabileceğiniz yerler yok.Modern insan için bence elzem olması gereken psikoloji servisleri için çuvalla para dökmeniz lazım.Bu çok küçük bir sorun gibi gözükebilir ama 14 yaşında,ergenliğe adım atmış kızımız agresifleşiyor,babası sinirleniyor,delirip kızını dövecek,annenin bir şey yapması lazım.Üniversite hastanesi öneriliyor,anne ve kız oraya gidiyor,doktor ilaç yazmak zorunda.Kız bir anda antidepresan kullanıcısı oluyor ki antidepresan tedavisi yıpratıcı bir süreçtir,bir senelik tedavi sonucunda soğukkanlı bir insanken şu an herşeye ağlayabiliyorum.Olaylar karşısında hamile bir kadından farkım yok.

Ülkemi sevmiyorum çünkü sosyal yapımız...
İğrenç.Aile yapımızla deli gibi övünürüz,biz çocuklarımızı 18 yaşında sokağa atmaz(çocuklarımız 35 hatta 40 yaşına kadar bizimle yaşarlar,sonunda hepimiz birbirimizden nefret eder hale geliriz.),onları mini mini şortlarla sokağa salmaz,ahlaksızlıklardan uzak tutarız(kendini ateş,karşı cinsi barut sanan sapıklar yetiştiririz,cinsel açlıktan kırılırız,erkeklerimiz bakire kadınlarla evlenir ama balayında gördüğü Rus ''orospularının'' hayallerini kurarak uyur),aile bağlarımızı her daim sıkı tutarız(işinden kafasını kaldırabileceği tek zaman olan tatillerde çocuklarımızın ve eşlerinin yazlığımızda kalması için elimizden geleni ardımıza koymayız çünkü gelinimiz ''yan gelip yatacağına'' bize çay koymalı,damadımız ''bikinili kızları keseceğine'' bize mangal yakmalıdır.Biz yaşlı olduğumuz için toplumun herşeyiyizdir.),sokaklarda çocuk sevmeye bayılırız(13 yaşındaki kızın memesini sıkarız çünkü ne de olsa hemcinsimizdir,ayıp mı vardır!),Türk ailesi mükemmeldir,baldır,şekerdir...

Gerçeği görelim.
Yaşıtlarımız eğlenmek için dışarıya çıkarken biz ya dizi izliyor,ya sosyal medyadan hıncımızı alıyor,ya da Avrupalı yaşıtlarımızın ''orta yaşlı'' olduğu yaşlarda bir sürü hastalığımız olduğu için evde tıkılı kalıyoruz.
Avrupa Birliği bizi istemiyor ve istemeyecek,çünkü hepimiz yaşadığımız şartlardan dolayı mutsuzuz ve bugün vizeleri kaldırsalar,genç nüfüsumuzun hepsi en az altı ay Avrupa Birliği ülkelerinde kalır,hatta vatandaşı olur.Bizden yıllar yıllar sonra da geriye,orada hayatını idame ettirip,yaşadığı ülkenin dilini bile öğrenmeden ölünebileceği ''egzotik'' mahalleler kalır.(Kreuzberg mesela.)
Çocuklarımızı o kadar yapışkan yetiştiriyoruz ki,onu ve bizi hiç tanımayan insanlar çocuğumuzu elleyebiliyor,yanaklarını sıkabiliyor,saçlarını okşayabiliyor.Ya çocuğumuz istemiyorsa? ''Aman aman ne nazlısın,sadece sevdik!''
O çocuğun eline kendi bedeninin kontrolünü vermezseniz sevmek ile taciz etmek arasındaki farkı uzun bir süre anlamaz.Bu konuda artık anneler çok daha hassas,özellikle blogger anneler.
Sonuç olarak Türk sosyal yapısı;bir sürü yetişkinin genç insanların hayatını mahvetmeye çalışmasından ibarettir.Kurtulanlara helal olsun.

Yazı ise genel olarak çok negatif ve nefret dolu oldu,yaşamımın çok stresli bir dönemindeyim,belki de sebebi bu.Ama bazı şeylerde gerçeklik paydası olduğunu düşünüyorum,ayrıca bunlara rağmen bu ülkede de kendini bütün olumsuzluklardan soyutlayıp güzele odaklanabilmiş insanlar var,arayın ve bulun!


2 yorum: